Prof. İnceoğlu: Yargıtay AYM’ye meydan okuyor

Yargıtay 3. Ceza Dairesi, Gezi davasının temyiziyle ilgili kararını verdi. Yargıtay’ın kararında, Osman Kavala’ya verilen ağırlaştırılmış müebbet ile Can Atalay, Tayfun Kahraman, Çiğdem Mater ve Mine Özerden’e verilen 18 yıl hapis cezası onandı. Bu onama kararıyla birlikte, 14 Mayıs seçimlerinde Türkiye İşçi Partisi’nden (TİP) Hatay Milletvekili seçilen Can Atalay’ın tahliye edilmesine yönelik beklenti bir kez daha gerçekleşmedi.

AYM DUYURDU YARGITAY KARARINI AÇIKLADI

Anayasa Mahkemesi, 28 Eylül günü öğlen saatlerinde Can Atalay’ın yaptığı hak ihlali başvurusunu 5 Ekim’de gündeme alacağını duyurdu. Bu duyurudan birkaç saat sonra Yargıtay 3. Ceza Dairesi Gezi Parkı eylemleriyle ilgili kararını açıkladı. Yargıtay’ın kararında, Anayasa Mahkemesi’nin Can Atalay’la benzer durumu yaşayan Leyla Güven ve Ömer Faruk Gergerlioğlu hakkındaki kararlarına atıf yapıldı. Yargıtay, Anayasa Mahkemesi’nin Güven ve Gergerlioğlu kararlarında asli görevinin dışına çıktığına vurgu yaptı.

BAKAN TUNÇ: MİLLETVEKİLLİĞİ DÜŞECEK

Mazbatası verilen, danışman kadrosu açılan ve atamaları yapılan Atalay’a verilen cezanın onanmasından sonra bir açıklama da Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’tan geldi. Bakan Tunç, Yargıtay’ın verdiği kararın kesin hüküm teşkil ettiğini ifade etti ve kararın Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu’nda okunmasının ardından Atalay’ın milletvekilliğinin düşeceğini belirtti.

‘HAK KULLANIMI SUÇ DELİLİ OLARAK KULLANILDI’

Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Sibel İnceoğlu’nun, hem Yargıtay’ın kararına hem de Bakan Tunç’un açıklamasına itirazı var. Gazete Duvar’a konuşan İnceoğlu, Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin onama kararını ‘hayretle’ okuduğunu belirterek, “Beni hayrete düşüren, anayasada yer alan ifade özgürlüğü ile toplantı gösteri yürüyüşü haklarının olağan kullanımı olarak rahatlıkla görülebilecek pek çok ifadenin ve eylemin, Yargıtay’ın verdiği onama kararının gerekçesinde suç delili olarak kullanıldığını görmek oldu.” diyor.

‘ŞİDDETE BAŞVURANLARIN HAKKI SINIRLANDIRILABİLİRDİ’

Gezi Parkı eylemlerinin, tüm insan haklarına dayalı demokratik hukuk sistemlerinde olduğu gibi toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının kullanımı olarak ortaya çıktığını ifade eden Prof. İnceoğlu, bazı şiddet eğilimli kişilerin dahil olması nedeniyle şiddetin kullanıldığı bir gösteriye dönüştüğünü ifade ediyor ve ekliyor:

“Yüzbinlerce vatandaşın katıldığı ve çok geniş alana yayılan bu türden toplumsal muhalefet hareketlerinin yer yer şiddete yeltenmesi Türkiye’ye özgü bir durum değildir. Çeşitli Avrupa ülkelerinde de bu tür çok geniş katılımlı eylemlerde belirli ölçülerde kamu zararı oluşturan davranışlar gerçekleşmektedir, bazen yaralanmalara neden olunduğu ve hatta bazı ölümcül sonuçların da doğabildiği bir gerçektir. Ancak, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi kararlarında belirtildiği gibi, yer yer şiddet hareketlerinin olması bir gösteriyi bir bütün olarak kendiliğinden hak kullanımı dışına çıkarmaz, onu kriminalize etmez ve o gösteriye katılanların ya da organize edenlerin tamamını suçlu konuma da düşürmez; dikkate alınması gereken şey, gösterinin bütününün hangi nitelikte olduğudur. İnsan Hakları Avrupa Mahkemesine göre, eğer toplantı ve gösteriye katılanların sadece bir kısmı şiddet hareketlerine katılmış, diğerleri katılmamış ise bu durumda toplantı ve gösterinin bütününe şiddetin hakim olup olmadığına bakılmalıdır, bir kısım katılımcılar tarafından ‘yer yer’ şiddet hareketlerine başvurulmuş olmasına rağmen toplantının barışçıl niteliği genel anlamda devam ediyor ise şiddete başvuranların toplantı ve gösteri hakkı sınırlandırılacak, şiddete başvurmayanlar haklarını kullanmaya devam edebileceklerdir.“

Prof. İnceoğlu, bu tip eylemlerde şiddete başvuran ya da teşvik edenlerin cezalandırılmasının olağan olduğuna dikkati çekiyor ancak şiddete teşvik etmeyen ya da başvurmayan, silah olarak kullanılabilecek araçlar taşımayan göstericilere en hafifinden verilen disiplin cezaları dahi hakkın ihlali olarak değerlendirildiğini belirtiyor.

DELİLLER YENİDEN ’KIYMETLENDİRİLMİŞTİ’

Gezi davasında, Fethullah Gülen Cemaati’yle ilişkili oldukları gerekçesiyle haklarında adli ve idari işlem yapılan ya da firari durumda olan yargı mensupları tarafından toplatılan deliller nedeniyle dava sürecinde çıkan tartışmaya, savcılık tarafından hazırlanan iddianamede ‘delillerin yeniden kıymetlendirildiği’ yanıtı verilmişti. Prof. İnceoğlu, ‘yeniden kıymetlendirilen’ ve karara gerekçe gösterilen delillerin hiçbirinde şiddeti övme, teşvik etme gibi durumların söz konusu olmadığını dikkati çekerek şunları söylüyor:

“Çoğu telefon görüşmesinden oluşan delil yekunundan, yaptıkları temaslardan sanıkların Gezi gösterilerini destekledikleri, hatta gösterilerin güçlenerek devam etmesini arzuladıkları çok açıktır, zaten kendileri de tersini iddia etmemektedirler. Kararda yer aldığı gibi, göstericilere gazdan korunmaları için maske ya da yiyecek ihtiyaçları için malzeme sağlanması için çabalamışlar; forumlarda tartışmalar yapılmasını desteklemişler; Gezi olayları ile ilgili kamuoyu dikkatini çekmek için belgesel çekmeyi sadece düşünmüşler, göstericilerin taleplerinin hükümet tarafından dikkate alınması için üzerinde baskı kurulmasını önemsemişler, bu yönde Türkiye’nin hukuken tanıdığı uluslararası insan hakları kuruluşlarının ve Avrupa ülkelerinin temsilcileriyle temasa geçmişlerdir. Bunların tamamı, Yargıtay’ın kararında cebir ve şiddet yoluyla seçilmiş hükümeti devirmeye teşebbüs suçunun delilleri olarak kullanılmıştır.”

‘MECLİS İÇİ MUHALEFET DE OLANIKSIZ KILINMAYA ÇALIŞILIYOR’

Yargıtay’ın verdiği kararın toplumsal muhalefeti imkansız kıldığını ileri sürerek, “Meclis çoğunluğunun yaklaşımı düşünüldüğünde, sadece toplumsal muhalefetin değil meclis içi muhalefetin de olanaksız kılınmaya çalışıldığını söylemek mümkün. Muhalefetsiz bir sandık demokrasisi yerleştirme arzusu var” diyen Prof. İnceoğlu’na göre, Yargıtay Anayasa Mahkemesi’ne meydan okuyor:

“Yargıtay, milletvekilli seçilen Can Atalay’ın tahliye talebi hakkında verdiği kararda, Anayasa Mahkemesinin verdiği Gergerlioğlu ve Leyla Güven kararlarına açıkça meydan okumaktadır. Anayasa Mahkemesi, hak ve özgürlüklerin sınırlanmasında yargı organına bu denli geniş bir serbestlik tanınamayacağını vurgulayıp çoğulcu demokrasi ve hak ve özgürlükler lehine anayasa hükmünü yorumlarken, Yargıtay aynı anayasa hükmünü tam tersi yönde yorumlamaktadır.”

‘VEKİLLİĞİ DÜŞÜRÜLÜRSE ANAYASAYA AYKIRILIK DAHA DA BÜYÜYECEK’

Yargıtay’ın, anayasanın 14. maddesini gerekçe göstererek Can Atalay’ın tahliye talebini reddetmesine yönelik yorumunun anayasanın 13. maddesinde yer alan ‘kanunilik ilkesine’ taban tabana zıt olduğu değerlendirmesini yapan İnceoğlu’ndan, Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’a da yanıt var:

Yargıtay maalesef, kendi yetki alanını aşmakta, anayasa maddelerinin nihai yorumcusu olan Anayasa Mahkemesi’nin yetki alanına müdahale etmektedir. Milletvekili Can Atalay’ın yargılaması durdurulup tahliye edilmesi gerekirken, Anayasa Mahkemesi’nin kararlarına aykırı bir biçimde yargılamaya devam edilmiş ve hüküm onanmıştır. Bu karara dayanarak milletvekilliği düşürülmeye kalkışılacak olursa söz konusu anayasaya aykırılık daha da büyüyecektir. Meclisin bundan kaçınması gerekir.

5 EKİM’DE KARAR ÇIKMAYABİLİR

Prof. İnceoğlu, 5 Ekim’de Anayasa Mahkemesi’nden karar çıkması yönündeki beklentiyle ilgili yorumunda ise bir hatırlatma yapıyor ve kararın Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu’na bırakılabileceğini belirterek “Önemli bir karar verilecek. Bu Genel Kurul’a bırakılabilir elbette ancak bu süreci daha da uzatabilir ve maalesef hak ihlalini derinleştirebilir” ifadelerini kullanıyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir